Rio de Janeiro | En Güzel Yerler | Görülmesi Gerekenler

Türkçe’ye çevrildiğinde, Ocak ayında akan nehir anlamına gelen Rio de Janeiro, Brezilya’nın Sao Paolo’dan sonraki ikinci büyük ve kalabalık şehri. O kadar uzun zamandan beri listemdeydi ki, sonunda ilk evlilik yıldönümümüz için bulabildiğimiz en uygun uçak biletiyle atlayıp gittik. (Rio’ya gidişimiz ayrı bir gezi ve serüven oldu. Kazablanka’da gidiş ve dönüşte birer gece kaldık.)

Brezilya, Güney yarım kürede kalıyor. Yani, bizde kışken orda yaz, orda kışken bizde yaz. Biz, bizde kışken, yanı Kasım’ın son haftası gittik. Galeão Havaalanı’na indiğimizde bizi sıcak ama nemli bir hava karşıladı. Kolayca ulaştığımız Uber’imize atladık ve gece vakti de olsa bu güzel şehri meraklı gözlerle seyrederek Copacabana’daki otelimize gittik.


Jetlag sebebiyle gün doğmadan uyandık ve kahvaltı salonu açılıncaya dek günümüzü planladık. Hızlıca kahvaltımızı alıp, otelin karşısındaki dükkanlardan birinden şemsiyemizi alıp yola koyulduk. Copacabana’dan Ipanema’ya, oradan da Leblon’a doğru yürümeye başladık. Sol tarafımızda Atlantik Okyanusu, sağ tarafımızda iki metre yükseklikte demir parmaklıkların koruduğu binalar ile ıslak ama keyifli bir 30 dakika sonra Leblon’a vardık.

Leblon’u İstanbul’daki Bebek’e benzettim. İnsanı, restoranları, mağazalarıyla üst segment bir semt. İpanema Plajı ile Rodrigo de Freitas Lagünü arasında tatlı mı tatlı, elit mi elit. Lagünün etrafında yürüyüş yaparken ne görsem beğenirsiniz? Karşı dağın tepesinde bulutların arasında televizyondan tanıdığım bir şekil. Sinan’ı çekiştirip durdurdum ve birlikte bulutların dağılmasıyla ortaya çıkan Cristo Redentor heykeline hayranlıkla baktık (Kurtarıcı İsa veya Christ the Redeemer). Corcovado ismindeki Sugar Loaf (Kesmeşeker Dağı, Rio’daki tepelere bu isim verilmiş) üzerinde bulunan İsa heykeli, şehri gerçekten kucaklıyordu.

Yürüyüşümüz sonunda Leblon’daki restoranlarda yerel lezzetleri ve şarapları tadıp, bir klasik olan üç katlı Havaianas mağazasından parmak arası terliklerimizi alıp yine jetlag etkisi sebebiyle otelimize erkenden döndük.

Ertesi günlerde, hava sürekli yağışlı olduğundan kendimizi bu güzel şehri keşfetmeye, yıllardır okuduğumuz, izlediğimiz semtleri görmeye adadık.

İlk durağımız Selaron Basamakları oldu. Kapalı havaya rağmen merdivenlerdeki mozaiklerin rengarenk görüntüsü nefes kesiyordu! Basamakların hikayesi de çok tatlı. Aslen Şilili olan, sonradan Rio’ya yerleşmiş bir artist olan Jorge Selaron, 2008 yılında kendi evinin önünü güzelleştirmek için kapısını, kapı önündeki basamakları renkli mozaiklerle kaplamış. Yan komşusu bu mozaiklere bayılmış ve aynısını istemiş. Zaman içerisinde tüm komşularının gönlünü bir bir hoş tutan Jorge Selaron, sokağın tamamını mozaiklerle kaplamış. Bu yüzden bu sokağa da Selaron Basamakları (Escadaria Selarón) ismi verilmiş.


Basamakların ardından, soluğu Cinelandia bölgesinde aldık. Ulusal Kütüphane’yi (Fundação Biblioteca Nacional) çok merak ediyorduk. Ne yazık ki vardığımızda, Black Week / Black Friday sebebiyle kapalı olduğunu öğrendik. Dışarıdan bile görmek bizi çok etkilese de Cinelandia bölgesindeki hemen hemen her şeyin kapalı olması biraz canımızı sıktı. Meydanı uzun uzun izleyip birbirinden güzel binaları hafızalarımıza sindirdikten sonra, başka bir merak ettiğimiz yer olan Santa Teresa’ya yürüdük.

Tramvayı olsun, rengarenk murallarla bezeli duvarları ve yemyeşil doğasıyla olsun, Santa Teresa resmen insanın içini ısıtan bir semt. Hemen adını en çok okuduğumuz Largo dos Guimarães meydanında bir bara oturduk ve yerel birer içki söyledik. Sinan genelde zaten yerel birayı içer, ben de en ünlü kokteyllerini denerim. Brezilya’nın de en ünlü kokteyli Caipirinha olduğundan, ben de onun tadını çıkardım.


Birçok sitede, Urca Sugar Loaf’a giden teleferik biletlerinin son gün tükendiği yazdığından, riske atmak istemedik ve ertesi günün biletlerini almak üzere Santa Teresa’dan Uber’e atlayıp Urca’ya gittik. Kredi kartıyla %10 indirimli olarak teleferik biletimizi aldık ve bu defa Botafogo’ya dogru yürüdük. Bu arada ciddi mesafeler yürüsek de, Rio’da paylaşımlı Uber fiyat açısından mantıklı. Araçlar temiz, paylaşım yaptığımız insanlar sıcakkanlı. Genellikle taksinin üçte biri fiyatına tüm araç gerektiren yolculuklarımızı Uber Juntos ile yaptık.
Botafogo, ön tarafta marinası, arkada nezih sokaklarıyla bizi kendine hayran bıraktı. Daha önce önünden geçtiğimiz bir tapas restoranına oturup yine yerel lezzetlerin keyfini çıkardık ve ertesi günün heyecanı ile otelimize döndük.

Urca, Botofago bölgesinde bir mahalle olduğundan, sabah buraya yine Uber Juntos ile geldik. Teleferik ile önce ara istasyona çıktık ve güzeller güzeli Rio’ya ilk defa tepeden baktık. ara istasyonda Teleferik Müzesi’ni gezdik ve ormanın içinden geçen bir köprü üzerinden Sugar Loaf’a gidecek Teleferik’e bindik. Ulaştığımızda yine nefes kesen bir manzarayla karşılaştık. Copacabana, Ipanema, Leblon, Cristo Redentor (Kurtarıcı İsa)’un oldugu Corcovado, Gloria, Lapa, Santa Teresa yani sokaklarında adım attığımız veya ertesi gün atacağımız semtleri heyecanlı gözlerle tepeden izledik. O kadar tepelik ve o kadar yeşil bir şehir ki Rio, bak bak doyulmuyor.

Urca Sugar Loaf gezimiz bittikten sonra, güneş ışıl ışıl parlarken soluğu Copacabana Plajı’nda aldık. Burada hayatımda içtiğim en güzel hindistan cevizi suyunu içtim (aqua de coco). Otele dönüp mayolarımızı alıp kendimizi Ipanema Plajı’na attık gün batımı için. Yolda yine çok merak ettiğim Açai püresinden yapılan Açai dondurmasını tattım. Plajda kendimize bir yer bulup tüm yorgunluğumuzu ılık kumlara akıttık. Denizin suyu oldukça soğuk. Zaten Atlantik Okyanusu’nda nerede denize girdiysem yüzüm gülmedi, ben sıcak deniz seviyorum. Akdeniz insanı olduğum için herhalde.

Güneş batarken ileride bir toz bulutu dikkatimizi çekti. Yaklaştıkça havada uçan topları seçebildik, ulaştığımızda ise kendimizi Rio Karnavalı havasında, 4-5 kişilik gruplarda Altinho oynayan Brezilyalı’ların arasında bulduk. Hayranlıkla, yeteneğinin doğuştan geldiği çok belli olan kızların, benim elle bile o denli nizamı yapamayacağım vuruşlarla dakikalarca topu yere düşürmeden oynamalarını izledik. Muthiş enerjisi ve Vidigal favelası arkasından batan güneşi ile, o an hiç bitmesin istedik. O gün evlilik yıldönümümüz olduğundan, kendi kendimize plajda şarkılar söyleyip, romantik bir yemek için Ipanema’nın başlangıcında olan Astor’a gittik.

Ertesi gün, Corcovado’ya gitmek için en iyi yolları okuduk. Kimi blogta tren, kiminde otobüs diyordu. Tren için 85 Real, otobüs için 2 saat, taksi için 60 Real, sizi götürüp getirecek acentalar için 150 Real gibi bize çok uzak fikirlerle doluydu internet. Otele sorduğumuzda bizi yine acentaya yönlendirdi ve kişi başı 150 Real fiyat verildi.

Bir de şu Uber’e bakalım dedik, ne görsek beğenirsiniz? 16 Real! Hemen Uber’e atladık ve Corcovado’ya gittik. Uber bizi bilet alınan yere dek bıraktı. Biletler kişi başı 29 Real’di. Yani iki kişi toplamda 74 Real’e gelip gezmiş olduk. Bilet salonundan ücretsiz minibüslerle heykelin olduğu yere çıktık. Hem İsa, hem de Corcovado’dan görünen panoramik Rio manzarası nefes kesiyordu. Kesinlikle tecrübe edilmesi gereken bir yer, Rio’ya geldiğim için tekrar tekrar mutlu oldum. Önceki gün kendimizi yüksekte zannettiğimiz Urca Sugar Loaf da, 200 bin kişilik kapasitesiyle dünyanın en büyük futbol stadyumu olan Maracanã Stadyumu da resmen minicik görünüyordu.

Manzaraya defalarca doya doya baktık ve yine aynı servislerle bilet holüne indik. Buraya Uber çıkmadığından, bizim gibi aşağı inmek isteyen Kolombiyalı iki kızla taksi paylaştık ve kişi başı 15 Real’e indik. İki kişi toplamda bu tur bize 104 Real’e mal oldu, yani her anlamda bu yöntemi tavsiye ederim.


Son saatlerimizi yine Ipanema Plajı’nda geçirdik. Gün battıktan sonra son defa Leblon’a geçtik ve merak ettiğimiz birkaç bara (Garoa Bar & Lounge ve Bar Stuzzi) gittik. “Düğün” yıldönümümüzü kutladık ve gece yarısına doğru havaalanı yolunu tuttuk.
Gezinin tüm detaylarına, yazı olarak okuduğunuz bu güzelliklerin eğlenceli YouTube videosuna aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

 

3 YORUMLAR

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here